MAKALELER
İSLAMDA TİCARET ADABI.
Yazan: Abdus-semi' EL-MISRİ
. Çeviren: Ramazan ŞİMŞEK
Ticaret kelimesi en basit anlamıyla menfaat değişimi demektir.
Yeryüzüne' geldiği günden beri insanlık camiasında yaşayan her fert,
sosyal hayatın bir gereği olarak diğer insanların ürettiği~ mal Ve~,hizmete
mutlaka muhtaçtır. Onun ihtiyaçlarını kendi kendine karşılaması
hiçbir zaman ve hiçbir yerde mümkün olmamıştır Bu durumda ticaret
tarihinin, insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylersek sanırım hata etmiş
olmayız.
Ticaretin, ilk çağlarda 'bir malı diğer. bir mal ile değiştirme demek
olan "mukayaza" biçiminde başladığı anlaşılmak~adır Bu tür ticaret
metodu, Afrika' da yaşayan ilkel kabileler arasında öteden beri süre geldiği
gibi hala da sürüp gitmektedir. Söz konusu metod, zamanımızdaki
medeni topluluklar arasında ara sıra baş vurulan bir alış yeriş biçimi
olduğu gibi, özellikle günü~üz devletlerinde, iktisadi buhranl;uın baş
gösterdiği sıralarda dış ticaret uygulamalarında ikili anlaşmalar yoluyla
ihtiyaç edilen mal karşılığı, ihtiyaç duyulan ~alların .alınmakta olduğu
bilinen biı: hakikattir.
Tarihi bakımdan takas sisteminin önüne çıkan en büyük güçlüklerden
biri, takas yapılmasİ istenen iki mal arasında değer farklılığı idi.
Verilen malın, alınacak maldan ~em değer bakımından üstün hem de
ihtiyacından fazla olmak gibi çeşitli zorluklarla karşılaşılmakta idi.
Mesela, tahıl, tuz veya ilaca ihtiyaç duyan bir şahıs, bunlan kendi bölgesinde
bulamayınca, bölgesindeki kişilerin elinde bulunan hayvan ve
,deriyi alıp tahıl ve benzeri eşyayı vermeyi kabul edecek üçüncü bir kişi
veya kişiler aramaya çıkardı. Böylece istediği malı elde etmek yollarııu'
bulmak zorunda kalırdı. Çevresindeki şahısların ellerindeki hayyan ve '
.derilere karşılık tahıl veya benzeri maddeleri takas yapmayı sağlndı.
İnsan topluluklanıun sosyal bakımdan gelişmesi, ticaret hacminin
genişlemesini doğurmuştur. Ticaret hareketinin büyümesi sonucunda
• Bu yazı, Kuveyt'te yayınlanan aylık "EI-Va'yu'l-lslamt" "adlı derginin Temnıuz 1977
tarihli sayısındım dilimize çevrilmiştir: Sayı: 150, s. 35 vd.
478 RAMAZAN ŞİMŞEK
insan toplulukları alış verişe arz edilen ve ihtiyaç duyulan, hurma, sığır,
koyun gibi mlibadele mallarının fiatlarını aralarında takas ölçüsü
olmak üzere kalıcı ve belli bir esasa bağlayarak, ortaya çıkan zorluklara.
bir çözüm araya gelmişlerdir. Nitekim bu mallar son devirlere kadar
mubadele ölçüsüolmaya devam etmiştir. Söz konusu zorluklara bir
çözüm maksadıyla Hz.Peygamber'in şu Hadis-i Şerifi dikkat çekicidir.
"Altın altınla, gümüş gümüşle, tahıl tahılla, arpa arpayla; hurma hurmayla,
tuz tuz ile ne fazla ne eksik aynen ve peşin olarak alınır verilir.
Adı geçen maddelerin nevileri değiştiği zamansa, peşin olmak kaydıyla
istediğiniz gibi satabilirsiniz". Bu hadisi, Alırnet ve Müslim Rivayet
etmiştir. Burtlda bu neviden belirli mallara, para birimi olan mallar gözü
ile bakılmıştır.
Daha sonra bu malların yerini madenler almaya başladı. Altın,
gümüş, nikel ve diğer kıymetli madeni er ortaya çıktı. Ancak ticaret
hacminingenişlemesi ile bu metod da değerini kaybederek ihtiyaca cevap
veremez oldu. Hükümetler, birimi üzerinden yazılı belirli ağırlık ve
şekillerde altın ve gümüşten para dökme işini üzerlerine aldılar Böylece
insanlar arasındaki alış veriş vasıtası olan para, daha sağlam bir
temele dayandırılmış oldu. Ticaret, Arapların en önemli gelir kaynaklarından
biriydi. Ticaret kafileleri, Arap yarımadası'nın kuzeyinden güneyine,
doğusundan batısına yaz-kış durmadan ticaret malları taşırlardı.
Kur'an-ı Kerim Kureyş suresinde, bu hadiseyi müstakil bir sure ile tescil
etmiştirı. "Kureyş kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması
ve anlaşması sağlanmıştır Öyle ise kendilerini açken doyuran ve korku
içindeyken güven veren bu Kabe'nin Rabbi'ne ku!Iuk etsinler".
EI-Ehram Gazetesi'nin davetiyle 1969 senesindt; Kahire'ye gelen
Fransız Marxsist filozof Roger Garaudy' verdiği bir seri konferans esnasında
aynen şöyle diyordu, "İslamın yayılışı bir istila ve işgal harekatı
değildi. Keza sömürge~ilik de değildi, İslam yayılışı sırasında girdiği
her bölgeye getirdiği medeniyet anlayışıyla mahalli medeniyetler
arasında kaynaşma ve birleşme fırsatı, yaratmıştır. İslam medeniyeti,
yaşama hakkı tanıdığı diğer mcdeniyetlerle kendisi arasında bir fark gözetmedi.
İster Pers medeniyeti, ister Mısır medeniyeti, isterse İspanyol
medeniyeti veya diğerleri olsun saygıyla anlaşılmaya ve korun'maya çalışıldı".
Kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek de İspanya'ya giren İslam
fatihlerinin yerli halk tarafından coşkun sevgilerle karşılanıp kucaklan-
1 Buhari, c. 6, s. 452, 485, 486, 487; İbn Mace, c. 5, 9. 291.
2 Kureyş: 106/1-4.
masıdır. Henüz iki yıl geçmemişti ki, müslümanlar bütün ülkeyi ellerinin
içine almışlardı. Bu topraklarda yedi asır sürdürecekleri İslam
medeniyetinin temellerini böylece atmışlardı. İslamın bu yayılma ve
yerleşme harekatı silah zoru ile temin edilen bir işgalden kaynaklanmamaktaydı.
Ancak bu topraklara giren yeni insanların teşekkül ettir- .
meye çalıştıkları yeni içtimai hayatııı temelleri, kuvvetli esaslar üzerine
oturtulmaya matuf samimi gayretlere dayanmaktaydı. Müslüman milletinin
büyüklüğünün temel taşını, herkese eşİt davranmaları ve bütün
dinlere hürriyet tanıma prensibine bağlılıkları teşkil ediyordu. Müslüman
Araplar, yaşadıkları şehirlerde, fark gözetmeksizin Hıristiyan kiliselerine,
Yahudi sinagoglar}na saygı ile davranarak girip çıkmaktaydı:-
lar.
İslamiyet, Bedevi hayat tarzının hakim olduğu bir bölgede doğmasına
rağmen, büyük şehirlerde büyüdü ve hızla yayılma istidadı gösterdi.
İslam, dünya milletlerine maddi ve ruhi neticeleri ile birlikte ticaret
adabını geniş çizgileri ile ve detaylı bir şekilde sunmayı ana prensiplerinden
biri olarak kabul ediyordu. Bu durumda insanlığın yeniden doğmasını
temin eden içtimai ve iktisadi hayat şartlarını ortaya koyuyordu.
Mahalli idareler ilk defa müslümanlar tarafından kuruldu. Avrupalılar
Haçlı Seferleri sonucu ve müslümanlarla temasları neticesinde onlarda
gördükleri bu idareyi birkaç asır sonra Avrupa'da kurduklarını
görüyoruz.
Mahalli idare sisteminin getirdiği yenilikler arasında, ticaret merkezi
olan büyük şehirlerde, ticaret hayatını ve esnafı İslami esaslara.
göre kontrol altına almayı temin eden "ticari zabıta" diyebileceğimiz
"Muhtesib"lik görevinin ihdas edildiğini görüyoruz. İşte ilk defa ticaret
ahlakının korunması ve uygulanmasının devlet tarafından bir görev olarak
üstlenildiğini, burada tesbit ediyoruz.
Garaudy'nin işaret ettiği ticari zabıta müessesenin temeli Hz.Peygamber
(S.A.V)'ın koyduğu kurallara dayandırılmıştır. İslami ahlak
prensiplerine bağlı kalınarak çarşı, pazarı tanzim etmek maksadıyla
son zamanlara kadar devam etmiştir. Bu prensipler sosyo-ekonomik
hayata genel bir denge getirmiştir. İçtimai hayatın istikrarının barometresi
mesabesindeki düzgün ticarçt hareketiyle, esas amaç olan İslami
hedeflerin tahakknku arasında uyumlu bir dengenin tesİs edilmesinde,
bu prensipler önemli rol oynamışlardır.
İslam, do~uş nok~asından hızla öbür ülkelere yayılınca, ticari hayat
gelişti ve canlandı. Bu devirlerde yeni ticari yollar açıldı. Bu yolilir İs
lam dünyasını, Çin'e ve Hindistan'a bağlıyordu. Sözünü ettiğimiz yolların
başında meşhur "İpek Yolu" gelmektedir. Çin'i Abbasi Devletinin
başkenti Bağdad'a bağlayan ipek yolu üzerinden ticari mallar çift yönlü
çalışıyordu. Doğudan gelen mallar Bağdat üzerinden Halep'e, Şam'a
ve oradan da müslümanların elinde bulunan Akdeniz'in doğu sahiIlerine
ulaşıyordu. Buradaki limanlardan deniz yoluyla Avrupa'ya sevk ediliyordu.
Diğer yönden Bağdat'tan, Afrika'ya uzanan karayolu şeridi ise
işler durumdaydı. Söıı konusu karayollarının yanısıra, Doğu Hindistan
adcdarından Kızıldeniz yolu ile AKABE körfezine, oradan da İske~deri:
'ye ve Akdeniz'e kadar Avrupa limanlarına uzanan bir denizyolu olduğu
bilinmekteydi.
Posta teşkilatı Abhasiler devrinde kurulmuştur. Posta teşkilatının görevleri
arasında aşağıdaki vazifeleri sayabiliriz; Tica'rı yolları kullanılır
du~mda tutmak. Yeni yo¥ar inşa etmek, kervansarayları ve diğer konaklama
merkezlerini çeşitli t~hlikclerden korumak, ticaret hayatının
candamarı durumundaki bu yolların emniyetini gece, gündüz temin
etmek, kısaca" ticaret faaliyetlerinin gelişmesine katkıda bulunacak her
türlü tedbiri almaktı.
İslam' devletleri o devirlerde, ticaret hayatında o kadarileri bir
merhaleye ulaşmışlardı ki, dünya ticaretinin % 90'1 müslüman tacirlerin
elindeydi. Müslüman tacirlerin bu hakimiyetleri, zamanın yöneticileri'
tarafından iyi değerlendirilmediği içindir ki, fazla sürmedi, Dünya çapında
elde edilen bu önemli mevki, lehdeki yaygın propaganda, Avrupa'
da Haçlı seferlerinin tezgahlanmasına sebep teşkil eden ana amiIlerden
birisidir. Müslüman tüccarların ticaret dünyasındaki başarıları ve
elde ettikleri önemli pazarlar, Avrupa'da Hıristiyanların iştahlarını kabarttı.
Kıskançlık duygularını artırdı. Bu emellerini gerçekleştirebilmek
için sömürgeci yüzlerini perdeleyebilmek amacıyla Haçlı seferlerini
paravana olarak kullanmaya. muvaffak oldula;r. görünüşte yaptıkları
savaşlar din yolunda idi. Aslında ise hedefler biraz önce işaret ettiğimiz
emperyalist gayelere matufdu. Avrupalılar, böylece, müslümanların ticari
hayat hakimiyetine son vermeyi başardılar ve Hıristiyan aleminin
emperyalist hegamon.yası yolundaki bütün engelleri bertaraf ederek.
dünyada sömürü düzenini başlatmış oldular.
Müslümanlar biraz önce değindiğimiz ticarı mevkiye nasıl ulaştılar?
Bu sorunun cevabını maddeile mana arasında ahenkli bir denge kuran,
fıtrat dini İslamın, islami esaslarında aramak gerekir. Müslüman tüccarlar,
sağlam bir ahlaki temele dayanan insan davranışlarını, islam dininin
özü ve cevheri sayan insan için, iyi niyetle çalışıp didinmekten başka bir
şeyin kendisine fayda sağlamayacağını öğreten ve bu uğurda yardımcı
ve yol gösterici esaslar koyan İslam dinine bağlı olduklan ve göuülden
inandıkları için bu mevkllere ulaşmışlardır.
Müslüman tüccar, islam ahlakının ana esaslarını teşkil eden ahde
vefa emanete riayet, alış verişte doğruluk, insanlara iyi muamele, kimseyi
aldatmama, yalan söylememe gibi prensiplere canlı bir örnek teşkil
ediyordu. O, ticaret hayatında, karşılaştığı milletlere davranışlarıyla
örnek oluyordu ..Bunun içindir ki, temas ettiği milletler kendi yaradılışlannda
mevcut olan bu hasletlere hayran kalıyor, onu yakından takip
ediyor ve müslümanlığı severek kabul ediyordu. Söylediklerimize: örnek
göstermek gerekirse, işte Endenozya ve civanndaki müslüman ülkeler,
_gerek fütuhat devrine, gerekse daha sonraki devirlerde hiç bir İslam
ordusu buralara ulaşmamıştır; ama oralara İslam adabı üzere ticaret
yapan ve milletlerin itimadına mazhar olan müslüman tüccarlar ulaşmışlardır.'
Mrika'nın güneyi ve doğusunda da durum yine aynıdır.
İnsanlan böylesine yükselten lslamda ticaret esaslan nelerdir?
İslamın getirdiği ticaret esaslannı ve adabını, Hz.Peygamberimi:ını ilahi
emirleri insanlara anlatış üsllibunda aramak gerekir. O, Medine'li
Evs ve Hazreç kabilelerinden Birinci Akabe Beyatında karşılaştığı on
iki kişiden şu isteklerde bulunmuştur3• "Allah'a hiçbir ortak tanımayacağınıza,
hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmeyeceğinize, çocuklarınızı
öldürmeyeceğinize, ne surette olursa olsun iftira etmeyeceğinize, ilahi
,emirlerde bana' karşı gelmeyeceğinize bana söz verin. İslamın ticaret
esas ve adabıyla ilgili kurallannın yüceliği önünde her aklı' başında insan
hürmetle eğilecektir. Çünkü insanoğlu ondan daha yücesini hayatı
boyunca, hayellerinde bile canlandırmakta zorluk çekecektir.
Hz.Peygamberimiz (S.A.V) bu sözleri ile Medine'de kuraCllğı İslam
devletinin temel taşlan durumundaki' ilk İslam davetçilerine, tesis
edeceği cemiyet hayatının ana ilkelerini kısaca anlatmaktaydı. Böylece
'ilk antlaşmasım yapmış oluyordu. İslam cemaatinin temeli sağlam alıiili
esaslara dayanacaktı. Mal emniyeti sağlanarak haksızkazaıııç kapılan
bir dalıa açılmamak üzere calıiliyet' devriyle birlikte kapanıp gidecekti.
Konumuzla alakalı birkaç Hadis-i Şerifi burada uzun uzadiye an-
'latmaya imkanımız müsait değildir. Ancak burada özellikle cemiyet
hayatında istikrar unsuru olması bakımından, ticari mevzularla alakalı
sandığınııız hadisleri kaydetmekle iktifa edeceğiz. Hz.Peygamberiimiz'in
(3 Buhari, c.ı, 9. 34.)
(S.A.V) konumuz yönünden değerlendirilmesine inandığımız şu Hadis-i
Şerifini inceleyelim, 004, "Kamil müslüman o kişidir ki, mü,slümanlar
onun ne elinden ne' de dilinden incinirler" diyor. Hadisdeki "elinden ve
dilinden" kelimelerin.i. yalan, iftira, hırsızlık, eza, cefa ve zarar meydana
gelmez manasında kabul etmek doğru bir anlayış olur. Keza Hz.,
Peygamberimiz (S.A.V)S "Sizden biriniz kendi nefsi için sevdiği, arzu
ettiği şeyi, müslüman kardeşi için de sevmediği rtıüddetce kamil bir
imana sahip sayılamaz" diyor.' Burada maddi menfaatler söz konusu
olduğu zaman, müslümanın nasıl dü.şünmesi ve ne şekilde hareket et-
'mesi gerektiği öğretilmektedir.
Çağımızda İslam ticaret ahlakını öğrenme ve onu uygulama alanına
geçirmemin 'Ile kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu hepimizkabul etmek
zo'rundayız. Günümü;~ cemiyetinin fertlerini çeşitli sarsıntı ve bunalım-
lara sürükleyen hadhelerin başında, ticaret hayatındaki güvensizliğin
geldiği şüphe götürmez bir hakikattir. Ticaretin cemiyet fertlerine götürülen
şerefli bir hizmet olduğunu unutarak, onu, karşısındaki müslü,.
man kardeşini çeşitli yollarla soyma vasıtası haline sokan müslü,manlar,
birden fazla suç işlediklerinin farkında mıdırlar? Kamil bir imana
sahip olduklanndan emin midirler? İtimat ve güvenin kaİmadığı ka~
naati,bir cemiyette yaygınsa, bunun baş sorumlusunun ticaret erbabı
olduğunu unutmamak gerekir. Gerçek sermayenin başkalanna itim at
telkin eden dürüst ticari davranışlar olduğunu kavrayan batılı toplumlar
karşısında, mü.slüman cemiyetler bu hakikatleri daha ne zamana
kadar görmezlikten gelecekler?
Hz.Peygamberimiz (S.A.V) Medinei münevvere'ye geldiklerinde
pazar yerini gezdiler. Halkın pazar yeri, yahudilerin oturduğu Kaynnka
Oğullarının mahallesinde kuruluydu. B~ kabile, pazara giren ve çıkan
mallara harç kesiyor.,. haraç alıyor' pazarcılara yer satıyor ve böylece
ekonomik yönden şehir ü,zerindeki iktisadi hakimiyetini sürdürüyordu.
Bunu gören Peygamherimiz (S.A.V) halkın bütün ihtiyacına cevap verebilecek
geniş bir yere vardı. Ayağını yere sertçe vurarak6 "İşte burası
pazar yerinizdir, bura.da kimse z~meuğramaz, kimseden harç alınmaz"
dedi. Yeni pazar yerinde atlara, develere, koyunlara, yağa, hurmaya, ve
buğdaya ayrı ayn yerler tahsis edildi. Böylece Medineli'ler yer satışından
haksız kazanç temin eden Yahudilerin tahakkümünden kurtarıImış
oldular. Hz.Peygamberimiz (S.A.V) ticari hayatın ince bir sanat oldu-
(4. Buharı, c. ı, s. 29.
5 Buhari, c. ı, s. 30, c. 6, 8. 476.
6 ıb~ Mice, c. 2, Bab: 40, Hadis no: 2233 (Nır. M.F. Abdülbaki).
ğunu şöyle açıkladı; "7Alışında satışında müsamahakar, borcunu isteyi- ,
şinde milsamahakar olan kişiden Allah razı olsun" Bu hadisi Buharl
rivayet etmiştir. Peygamberimiz bu sözleriyle, alış verişin nasıl korunacağına,
nasıl canlı tutulacağına, insan haysiyet ve gururunun nasıl ko.
runacağına, mal ve paranın hızlı bir şekilde nasıl el değiştirecei~e, sitokculuğun,
ihtikarcılığın nasıl önüne geçileceğine dair hususları veeiz
bir şekilde öğretiyordu. Günümüzde birkaç lira için kan döküldüğünü
duyunca insanlık gururunun, İslami esaslardan uzaklaşınca nelere maruz
kaldığını, sanırım daha iyi anlıyoruz.
Yalanı, cemiyeti içinden kemiren kanser mikrobu olarak gi:iren İslam
dini, müslümanları şok yapareasına uayarm~tadır. Yalanın: girdiği
alış verişin bereketi olmayacağını, alanın da satanın da doğru söylemedikl,
eri müddetce alış verişlerinden hayır görmeyeceklerini Hz.Peygamberimiz
(S.A.V) birçok hadislerinde açıklamışlardır. Resulullah8
"Doğru sözlü tüccar, Nebiler sıddıklar, şehitler ve Allah'ın sa1ilı kullarıyla
beraber olacaktır" diror. Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiştir. Yalan
söyleyen bir defa; doğru söyleyen her zaman kar eder.
İslam dini pahalılılda mücadele ederken konunun temeline inerek
çözüm yollarını tesbit etmiştir., Satmak istediği malı müslümanların
pazarına kadar getirip orada satan kişiyi Allah yolunda cihat edenlerin
mevküne 'Yükseltmiştir. Elinde bulunan malın pahalılaşmasını hekleme
maksadıyla tutan ihtikarcı hakkında Hz.Peygamberimiz (S.A.V)9"İlıtikarcı
insan ne kötü bir kuldur. Allah nimetlerini bol verip fiatlar
düştüğünde üzülür, kıtlık olup fiatlar yükseldiğinde ise sevinir" 'Bu hadisi
Beyhaki, Şuab'ul-imanda rivayet etmiştir. Keza ölçü ve tartının
tam ve eksiksiz kullanılması hakkında Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet
vardır. Mesela, tsra suresinin 35. ayetinin müslümanların bu konuda çok
titiz davranmaları ve ticaret dünyasında çok ileri gitmelerine tarihi
yönden başlıca amil teşkilettiği bir gerçektir. Keza Hz.Peygamberimiz
(S.A.V) Ahmet b. Hanbel ve'İbn Mace'nin rivayet ettikleri diğer bir hadisinde10
"Sattığıın malda hastalık veya eksiklik olup da bunu miişt~riye
söylememek hclal değildir, haber vermesi gerekir" demektedir.
Müslüman tüccarlar o zamanlar biliyorlardı ki, verilen sözü tutmamak,
ölçüde ve tartıda hile yapmak, müşteriyi aldatmak, emeksiz kazanç
temin etmek, bu şekilde elde edilen paralardan hayır yapmuk veya
(7 Buhari, c, 6, s, 372.
8 Keşfu'l-Hafa, c. 1. 8. 218, Hadis no: 665.
9 Buhari, c. 6, s. 449.
10 Beyhakt, eS., s. 320.)
sadak\ vermek, başkası mal satarken ucuz fiada kendi malım ileri sürmek,
fiat artırmak -maksadıyla müşteri gibi gözükmek, birinin malını
diğerinden daha ucuz fiada almaya kalkmak, mal sahibinin bilgisizliğini
istismar ederek değerinden daha ucuza almak, pazara gelen malların
yolunu kesip ucuza maletmek ve bu mallan pazarda daha pahalıya
satmak, müşteriye kıymeti düşük veya geçmeyen paralar vermek sattığı
malı faiş fiyata satmak, borç verdiği kişiyi rastgele yerde sıkıştırmak,
aldığı borcu zamanında iade etmemek, alış veriş esnasında
İslami. terbiyeye uymayan söz ve davranışlarla insan haysiyetini zedelemek,
kesin zarar getirecek alış verişte bulunmak, insanlann ihtiyacını
fırsat bilerek pazarlık yapmak, İslam dininin kesinlikle söküp
attığı cahiIiyet devrine aİt özelliklerdir. İslama göre kul hakkı diğer bütün
haklardan önce gelir. Yine o fakirin yoksulluğunu sömürerek onun
ömür boyu fakir kalmasını hedef alan tefeciIiğitoptan reddeder. Bunun
yerine fakire sermaye mahiyetinde kar ortaklığına para vermeyi müslümanlara
övüder. İslam dini bu konuda topraklarında yaşayan müslümanlarla
müslüman olmayan arasındafark gözetmez, ayırım yapmaz;
Çünkü ona göre insan insanın kardeşidir, hepsi Adem'dendir, Adem ise
topraktandır. Kısacası, İslamın ilk devirlerindeki müslüman tüccarın
din ve ticaret anlayışı bu idi. Bu anlayış sayesindedir ki, girdiği ülkeye
-İslamiyeti de beraber götürdü. Tavır ve hareketiyle de canlı örnekler
sundu. İnsanlık, sunulan bu canlı örneklersayesinde İslamiyeti içten
kabul etti ve benimsedi. Zamanımızdaki müslümaiılann bilerek veya
bilmeyerek İslamiyeti aksettirmeyen örnekIikIerine rağmen, kültür seviyesi
yqksek topluluklarda İslam yayılmaya devam etmektedir. Çünkü
akılIılann dini birdir. O da İslamiyettir. -
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder